son dönemde kadın türk pop müziği sanatçılarımızın nispetli şarkıları aldı başını gidiyor sevgili okurlar.
bunun sonu nereye gider diye derin düşüncelere daldığım bir günün akşamında şu kanıya varmıştım: bunlar bu hızla giderse bir iki seneye eski sevgiliye ana avrat sövme noktasına gelirler.
bir kez daha tahminimde yanılmadığımı görmenin haklı gururunu yaşıyorum değerli takipçilerim. ahan da buyrun:
kim tarafından dinlendiği, çıkardığı albümlerden kaç kopya bastığı belli olmayan sanatçı soner arıca yeni albüm yapıyormuş. yapıyormuş da bu sefer kendisi olarak değil de bruno olarak çıkarmayı denemiş. belki tanınmazsam tutar diye düşünmüş heralde. yolun açık olsun soner. emmine selam söyle...
kalitesiyle dünya basınına örnek olan nadide medyamızın önde gelenlerinden hürriyet'in bize kattığı bir deyişe denk geldim.
"yakışıklılığın kaybolması"
"Tarkan'ın sahnedeki haline dikkat edildiğinde MegaStar'ın eski yakışıklılığının kaybolduğu görüldü." diye yazmış haberi hazırlayan dostumuz.
algılayabilmem bir kaç dakika sürdü. "eskisi kadar çekici görünmüyordu, kilo verince vücudu biçimsizleşmiş" falan deseler hadi neyse. "yakışıklılığın kaybolması" ne demek lan? pena mı lan bu, anahtar mı ne bu? kaybolmak ne demek?
ah şu sosyal fobi yok mu adamı olmadık şekillere sokan...
öğrenciliğin gözü kör olsun bütün alışverişimizi discount marketlerden yapıyoruz. ordaki kasiyerler de bırak poşet açmayı parayı bile insanın eline vermiyor kasanın üzerine bırakıveriyor. o bozuklukları ordan toparlayamıyorsun, fişi alsam mı almasam mı diye tedirginliklerle boğuşuyorsun. arkadaki adamın nefesini ensende hissedip soğuk soğuk terliyorsun.
bak yine içime kapandım bunları hatırlayınca. en iyisi şu şarkıyı dinleyip iyice içime kapanım biraz ağlıyım:
Havaların ısındığı düğünlerin ha başladı ha başlayacak olduğu şu güzelim zamanlarda bünyenize ilaç gibi gelecek bir şarkı, abisi damat olamayıp da sıra da kendisine geleyemeyenlere gelsin. abisi olmayanlar da kıskançlıktan gebersin.
bazen öyle şeyler yaşıyorum ki, sırf o kesite bakıp sanki hayatımın her anı öyle çılgın, fütursuz ve tutarsız geçiyo demek isterdim ki maalesef değil. öyle abarttığıma bakmayın, alt tarafı olaylar şöyle vuku buldu:
dışarıdaydım bugün. dönerken evimin yakınından geçen bi otobüs varken, eve biraz yürümeyi tercih ettiğim için raylı ulaşım sistemini tercih etmiştim. raylıdan indim, yokuşu çıkıyorum. çıktım çıkmasına bi de inmesi kaldı. inerken bi scooter yanaştı durdu yanımda bana bakıyo. tabi ben de kulaklıklar müzik dinliyorum bangır bangır, kulaklıkları çıkarıp hayata adapte olmam bi beş saniyemi alıyo haliyle. bizim site görevlisi (nam-ı diğer kapıcı) atla diyo. yok abi falan diyorum, atla diyo ısrarla. ve o an hayatımın en çılgın kararlarından birini verip atlıyorum arkasına. “napıyosun, nasıl gidiyo?” tarzında beyhude ve formalite laflıyoruz iki çift. beli bile kırılmıyo ya lafın neyse. yokuş aşağı rüzgar yüzüme vura vura inerek evin önüne geliyoruz. teşekkür ediyorum, motordan iniyorum. inerken ayağımı da fazla kaldıramıyorum ki oturulan yere sürtüyo ayakkabım. neyse ki görmedi, ya da bana öyle geldi. görse ne dicek lan zaten.
murat boz, sertab erener ve bir çok ünlüye verdiği bestelerle yıldızı parlayan son zamanların sık duyduğumuz isimlerinden soner sarıkabadayı gibi şarkı sözü yazma rehberi!
Talimatlar:
1- öncelikle etrafımızdan makul olmak üzere -bijon anahtarı değil mesela- bir aytım seçiyoruz, misal "bardak". seçtiğimiz kelime nakaratın son mısrasında bir deyim ya da kalıp içinde yer almalı, unutmayalım nakaratın son dizesi şarkıya adını veren vurucu kısımdır. mesele "bardağın dolu tarafı" güzel bir seçim olabilir.
2- sıradaki adım ise 3. dizeyi yazmak. o da son dizeyi tamamlayan bir şey olmalı:
"senin göremediğin şey... bardağın dolu tarafı."
soner sarıkabadayı şarkıları kafiye olarak genelde A, B, C, B formatında olduğundan dolayı işin büyük kısmını şimdiden yapmış bulunuyoruz.
3- ikinci dize son dizeyle kafiyeli olacağından:
"sayende oldum insan sarrafı"
4- ilk dizeyi de "günahlarım boynuna" diye genel bi yargıyla tamamlarsak ve bunları toplayıp biraz da makyajlarsak şöyle bişey çıkar ortaya:
tüm günahlarım boynuna sayende oldum insan sarrafı senin göremediğin tek şey var o da bardağın dolu tarafı
şarkının adı mı? tabii ki de "BARDAK".
talimatlara uyarak siz de evinizde kendi soner sarıkabadayı bestenizi yapabilir hatta yaza damgasını vuracak bir single bile çıkartabilirsiniz!
bana mı öyle denk geldi bilmiyorum ama ilköğretim ve lise boyunca bu "avusturya macaristan kralı osmanlı sadrazamına biraderim diyecekti." şeklinde birşey öğretilirdi.
devlet başkanı seviyesindeki insanların birbirine "biraderim", "kanka", "hacı", "hocam" şekline hitap ettiğini düşünmek dahası bunun okulda öğretilmesi oldukça komik gelirdi bana hep o yıllarda.
şimdi ise kendimi dönemin avusturya kralı yerine koyuyorum da tüm dünyanın huzurunda ne kadar avusturyalı varsa hepsinden tek tek özür dilemek zorunda hissediyorum. bu ne biçim bi anlaşma maddesi lan? bari testislerini sıkıp istiklal marşını tersten okutsaymışınız adamlara.
-bana abi diyeceksin ferdinand. savaşı kaybettin madem ne istersem yapacaksın. +abi etme eyleme gözünün yağını yiyim. beni milllete rezil etme. bütün dünyanın kralının, dükünün önünde şerefimi iki paralık etme. -ben anlamam ferdi. sadrazamıma birader, vezirlerime de kankito diyeceksin.
posta ve güneş gazetelerinden sonra blogunuz gibi gibiyim'den sizlere özel bir hediye, aşkların efendisi nihat doğan'ın boy posteri! resmi farklı kaydedin, bastırın; ister odanıza, ister iş yerinize asın ve sevdiklerinizle paylaşın!
bugün bir arkadaşımla beraber evden çıkıp okula gitmek üzere 4 levent metro istasyonuna gittik. arkadaş sürekli dırdır edip kafa ütüleyerek acele etmemizi falan söylerken, akbilimin boş olduğu aklıma geldi ve istasyon içerisinde bulunan akbil otomatlarına yöneldim. aletlerden birinin başında akça pakça temiz giyimli 60 yaşlarında bir amca ile kendisi gibi açık tenli şık giyimli eşi duruyordu. adamya yaklaşınca gördüm ki ekrandaki "şimdi akbilinizi tekrar dokundurunuz." yazısına ne olduğunu anlamamış gibi aval aval bakıyor. özel üretim beynim sayesinde bir anda adamın turist olabileceğine, ekranda yazan yazıyı anlamadığına ve ne yapması gerektiğini bilmez şekilde bakındığına karar verdim. bu kompleks kurguyu milisaliseler mertebesinde bir sürede gerçekleştirdikten sonra adama usulca yanaşıp "touch again" dedim. adam da kırk yıllık londralı gibi bu emrimin ardından akbilini tekrar dokundurdu. o an bir turiste yardım etmiş olmanın enfes misafirperverliğiyle coşarken korkunç bişey oldu.
adam bana döndü ve " beş lira yükleyeceğidim. yirmi lirayı aldı para üstü de vermedi. burdaki adamları falan hep galdırmışlar amuğa goyyim..." dedi.
yıkılmıştım. arkadaşımın piç piç sırıtmasını gördüm bir an.
kendime geldiğimde "iyi ki nasılsa anlamaz diyip adama -turist olmuşsun ama adam olamamışsın. ne bakıyon mal mal ekrana...- minvalinde sözler söylemedim" diye şükrediyordum.
işte dostlarım bu anıdan çıkaracağımız ders; "ne olursa olsun insanları dış görünüşlerine göre yargılamayın. londralı diye yaklaştığınız adam zonguldaklı çıkar böyle çökelek gibi kesilir kalırsınz.."
yıllardır ar-ge' siyle dizaynıyla uğraşılan, yoluna trilyonlar dökülen kablosuz ürün teknolojisi bu mu lan? falçatayla klavyenin kablosunu kesince wireles mı oldu yani? ayıp.
adımı çılgın diye verdim ondan öyle oluyo bunlar hep
not: yukarıdaki görsel ismail yk'nın çılgın adlı klibinden üstün sikrın çepçür teknikleriyle alınmıştır.